21.11.2017

Neler oluyor? Ne yapmalı?

Dünya, tarih boyunca birçok savaşlara sahne olmuştur. Savaşların neredeyse tamamı devletler arasında yani devletlerin orduları üzerinden yürütülmüştür.
Günümüzde ise savaş format değiştirerek yeni bir hâl alarak vekâlet savaşları olarak tabir edilen terör örgütleri üzerinden yürütülmektedir. Ancak bu durum savaşın sadece bir cephesini oluşturmaktadır.
Savaşlar çok boyutlu ilerlerken yani askeri, teknolojik (siber), ekonomik, diplomatik, psikolojik, siyasi, askeri, medya, istihbarat vb. biz de bu savaşın etkilerini ciddi manada hissediyoruz.
Ülkemizde 2013 yılı Gezi olaylarından beri çok çeşitli operasyonlar, saldırılar yapılsa da millet olarak her saldırıyı geri püskürtmesini bildik. Yapılan tüm saldırılara direndik, direnmeye devam ediyoruz.
Son günlerde Türkiye’ye karşı yapılan saldırılara yenileri ekleniyor. NATO’nun yaptığı saldırı özürle geçiştirilemeyecek kadar büyük bir meseledir. Diğer taraftan ABD'de devam eden Zarrab davası…
Ama, fakat, lakin ile başlayan cümlelere bakmayın siz. Mesele Zarrab falan değil. Gezi olaylarında meselenin ağaç olmadığı gibi, 17/25 Aralık’ta meselenin yolsuzluk olmadığı gibi meseleleri başka.
Görünen görüntüyle görünmeyen gerçek aynı değil.
15 Temmuz darbe girişimi ile ülkemizi Irak, Suriye, Libya gibi “terörden arındırma” bahanesi üzerinden işgal edeceklerdi.
Tek istedikleri komadan çıkan Türkiye’yi tekrar komaya sokmak.
Geliyorlar… Onlar için Zarrab’ın herhangi bir önemi yok elbette. Zarrab konusunda herhangi bir suç unsuruna da ihtiyaçları yok. Nasıl olsa güçlü bir medya gücünü ellerinde tutuyorlar.
İnsanları yaptıkları algı operasyonları ile onların istedikleri gibi düşünmeye sevk ediyorlar.
Zaten bu da psikolojik savaş yöntemlerinden biri değil mi?
Geliyorlar… Döviz kuru üzerinden geliyorlar. Kendi paralarının Türk Lirası karşısında değerlenmesini sağlayarak medya gücü ile de algıları yöneterek milletimizin devlete karşı güvenlerini azaltmaya çabalıyorlar.
Zaten ekonomiyi etkileyen en önemli unsurlardan biri de güven-psikoloji değil mi?
Yapılan medya operasyonlarıyla milletimize psikolojik savaş yöntemleriyle saldırıp faiz oranlarını yükselterek emeğimizi sömürmüyor.
Onları derdi ne ağaç, ne yolsuzluk, ne de Zarrab… Onların derdi para ve güç…
Bakın Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen hafta faiz lobisine çaktı cevabı döviz kuru üzerinden verdiler.
Çünkü para gücüne, teknoloji gücüne, medya gücüne sahip olanlar yaptıkları bilimsel araştırmalarla bizi çok iyi tanıyorlar.
Cari açık üzerinden vurup kredi notlarıyla, tasarruf eksiğimiz üzerinden faiz ve döviz ile vurmaya çalışıyorlar.
Sosyolojimizi, psikolojimizi, ekonomimizi iyi biliyorlar. Güçlü yönlerimizi de zayıf yönlerimizi de biliyorlar. Çünkü araştırıyorlar. Çalışıyorlar.
Sürekli tekrar ederim ancak sonuçta bu bir gerçek olarak ortada duruyor. Biz millet olarak vatan için ölmeyi çok iyi biliyoruz. Ki bu özellik dünyanın neredeyse hiçbir millette yok. Ancak iş vatan için çalışmaya, araştırmaya, üretmeye gelince o kısımda üzerimize bir tembellik çöküyor.
Bizim de bilimsel çalışmalara yönelmemiz lazım.
Bakınız geçtiğimiz hafta TÜİK 2016 yılı Ar-Ge araştırma raporu yayımladı.
Gayrisafi yurtiçi Ar-Ge harcaması 2016 yılında bir önceki yıla göre 4 milyar 26 milyon TL artarak, %19,5 artışla 24 milyar 641 milyon TL’ye yükseldi.
Yani, Ar-Ge harcamasının GSYH içindeki oranı 2015 yılında %0,88 iken, 2016 yılında %0,94’e yükseldi.
Bir artış var mı? Evet var. Peki, bu yeterli mi? Hayır, kesinlikle değil.
Ar-Ge yatırımlarımızın GSYH içindeki payının 2023’te %3 olması hedefleniyor. Bu yeterli mi? Hayır, elbette bu da yeterli değil.
Bizim daha fazla araştırmamız, öğrenmemiz ve çalışmamız gerekiyor.
Dünyanın ilk on ekonomisine gireceğiz ve bu seviyede kalıcı olacağız diyorsak Ar-Ge yatırımlarına daha fazla önem vermeliyiz.
Güçlü bir ekonomi için sadece Ar-Ge yeterli mi? Sadece Ar-Ge de yetmez. Ürettiğimiz ürünlerin katma değerini artıracak markalar oluşturmalıyız. Tüm dünyaya yayılan markalaşma çalışmaları yürütmeliyiz.
İnsanların markamızı tercih etmesini sağlamalıyız. Karşımıza elbette birçok engel çıkacaktır. Engelleri aşa aşa büyütmeliyiz markalarımızı. İzleyen değil izlenen olmalıyız. Her aşamada dikkat çekmeliyiz.
Bunlar için ise yine bilimsel çalışmalara ihtiyaç var. Pazarı tanımalıyız. Pazara hâkim olmalıyız. Doğru analizler yapmalı, hedef kitleyi doğru tespit etmeli ve anlamalıyız.
Düşünmeden hareket etmemeli, doğru kılavuzlardan destek almalıyız. Ve En önemlisi de Cesur olmalıyız.
İnsanların zihinlerindeki bariyerleri yıka yıka ilerlemeli, diğer markalardan farklılaşmalıyız. Çünkü sürüde kalanlar fark edilmez sürüye aykırı hareket edenler fark edilir. Yani benzersiz olmalıyız.
Bakın Türkiye son dönemde “dünya beşten büyüktür” sözü ile uyguladığı stratejik hamleler ile ülkeler sürüsünden nasıl ayrışıyor ve tüm dünyada dikkatleri üzerine çekiyor.
Tüm bunlar için en önemli unsur yine insandır. Beşeri sermayenin kalitesini artırmalı bunun için ise eğitim konusunu birinci gündem maddemiz yapmalıyız.

Hiç yorum yok: