1976 yılında Mao’nun ölümünün ardından gizli
planlarla Çin yönetimini ele geçiren Hua Çin'i Mao'nun radikal ideolojisinden
ve aşırı sınıf mücadelesinden uzaklaştırarak ülkeyi sosyalist modernizasyona
yöneltmişti. Bu dönemde “kapitalist yolcular” olarak adlandırılan gruplara
iade-i itibar yapılarak tekrar hükümet kadrolarına alındı. 1977-1978
dönemindeki personel değişimiyle birlikte ideolojik ve siyasal yaklaşımlarda da
bir kayma oldu. Tüm dünyada olduğu gibi bu yıllarda ülkemizde de siyasi kaos
ortamı olduğunu hatırlayabiliriz. 1978-1980 yılları arasında ülkemizde yaşanan
sağ-sol kavgası sonrasında ülkemizde ihtilal gerçekleşmiş ve ihtilalın hemen
ardından kapitalist küresel sisteme entegrasyon sağlanmıştı. Çin’e baktığımızda
da aynı şekilde Hua 1980'de Başbakanlığı Zhao Ziyang'a bırakmış ve 1978-1980
yılları arasında dergiler, gazeteler ve diplomatik ilişkiler ile kapitalist
sisteme geçişin alt yapısı kurulmuştu. Nitekim önceki yazılarımda da
belirttiğim üzere ABD de 1980’de Reagan yönetimi ile beraber küreselleşme
sürecini başlatmış önceki yıllarda alt yapısını hazırlamıştı.
Bu yılların ardından gerek nüfusu gerekse siyasal
ideolojik sistemi sebebiyle ABD ve AB merkezli çok uluslu şirketler üretim
fabrikalarını Çin’e kurmuş ve Çin üzerinde önemli ölçüde etkin olmuşlardır.
1978 yılında kapitalist küresel sistemin alt
yapısını oluşturan ve piyasaların üstünlüğünü savunan “Washington Uzlaşısı
Modeli” 2008 küresel finans krizi sonrasında artan küresel ekonomik
milliyetçilik ile beraber çökmeye başlamış ve bu durum Çin’i yeni ticaret
yolları arayışına itmiş 2013 yılında çalışmalara başlamıştı.
Küresel ekonomik ve siyasi sistemin yeniden
değiştiği bugünlerde bir yanda küresel kapitalist sistemin tüm dünyaya yayılmış
olması diğer yanda ise ekonomik milliyetçiliğin veya ulus devletçiliğin hızla
yükselmesi yeni bir sisteme doğru hızla ilerlediğimizi bize göstermektedir.
Yeni sistemde 16. Yüzyılda Batı dünyasında geçerli olan Merkantilist ekonomik
sistem gibi yani ekonomik servetin devletin elinde tuttuğu, altın, gümüş
miktarı veya ticari değer ile temsil edildiği gibi veya piyasanın üstünlüğünü
kabul eden serbest piyasa sistemi gibi olmayacağını söyleyebiliriz. Yeni
sistemde piyasa ve devletin yeniden tanımlanıp analiz edilip sentezlenerek daha
karma bir yapı oluşacaktır.
Ancak, içinde bulunduğumuz küresel yeniden yapılanma
sürecinde Dünya hızla büyük bir sıcak savaşa doğru mu ilerliyor yoksa silah
lobisi uzun süredir terör örgütleri üzerinden yürütülen savaştan istediği
ölçüde para kazanamayınca uluslararası gerginliği yükselterek eskimeye başlayan
ancak gelişmekte olan ülkeler için yeni olan teknolojik silahları satma peşine
mi düştü sorusu akıllara geliyor?
Yıl başında ABD Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan ve
Birleşik Arap Emirlikleri'ne (BAE) 40,8 milyar dolarlık silah satışı yaparken
son 2 ay içerisinde önce Suudi Arabistan ile 110 milyar dolarlık, ardından
Katar ile 12 Milyar dolarlık, son olarak da geçen hafta Tayvan ile 1,3 milyar
dolarlık silah satış anlaşması yaptı.
Ticaret haritalarının yeniden çizildiği günümüzde
büyük askeri güce sahip ülkeler diğer ülkelerde asker üs kurma çalışmalarını
sürdürüyor. SSCB’nin dağılmasıyla birlikte Soğuk savaşın bitmesinin ardından
küresel hegemonik güç olan ABD birçok ülkeye askeri üs kurmuş ve ülkelerin yer
altı ve yer üstü kaynaklarını kendi kasasına koymaya başlamıştı.
Ancak özellikle 2008 yılında Güney Osetya bölgesine
başlattığı askeri operasyonun ardından Ukrayna’da Kırımı ilhak etmesi ve son
olarak Suriye’de boy göstermesi Rusya’nın yeniden küresel bir güç olduğunu ilan
etmesi anlamına geliyordu. Böylece soğuk savaş sonrasında oluşan küresel güç
dengesizliğinde yeniden denge oluşturacak bir süreci başlattı. Ancak Soğuk
savaşın ardından hızla yaygınlaşan küreselleşme ile beraber yaşanan ticari ve
ekonomik gelişmeler ülkelerden daha büyük hale gelen çok uluslu şirketlerin de
yeni bir küresel güç olarak ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder