Sayfalar
▼
21.05.2025
Fırtınalı Günler: Enerji, Güç ve Kırılganlıklar
Dünya gündemi devletlerin, piyasaların ve toplumların birbiriyle kesişen çıkarlarının sahnesi. Son dönemde bu sahne, enerji krizlerinden ticaret savaşlarına, bölgesel çatışmalardan insani dramlara kadar uzanan bir dizi olayla hareketlendi. Liberalizm, realizm ve yapısalcılık gibi teorik çerçeveler, bu karmaşayı anlamak için farklı lensler sunuyor.
Liberalizm, uluslararası politik ekonomiyi karşılıklı bağımlılık ve iş birliği üzerinden okur. İran ile Batı arasındaki nükleer müzakereler, bu perspektifin tipik bir örneği. Yaptırımların hafifletilmesi karşılığında nükleer programın sınırlandırılması, İran’ın küresel enerji piyasalarına entegrasyonunu ve petrol arzının istikrarını hedefliyor. Liberal teori, bu tür anlaşmaların ekonomik refahı artırarak çatışmayı azaltacağını savunur. Ancak, görüşmelerin tıkanıklığı ve taraflar arasındaki güvensizlik, liberalizmin öngördüğü uyumun ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor. Benzer şekilde, Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) faiz indirimleriyle ihracatı canlandırma çabası, küresel ticarette iş birliğini güçlendirme hedefini yansıtıyor. Ancak, yeni ticaret bariyerleri ve korumacı politikalar, serbest piyasanın idealize edilen dünyasının pratikte sendelediğini ortaya koyuyor. Avrupa’daki enerji krizi ise liberalizmin bağımlılık tezini başka bir boyutta test ediyor. İspanya, Portekiz, Fransa ve Belçika’da Nisan 2025’te yaşanan geniş çaplı elektrik kesintileri, Avrupa’nın birbirine bağlı elektrik şebekelerinin avantajlarını ve risklerini gözler önüne serdi. Bu kesintiler, enerji paylaşımını kolaylaştıran interkonnektörlerin aynı zamanda bir bölgedeki arızayı diğerlerine taşıyabileceğini gösterdi. Liberalizm, bu tür krizlerin iş birliğiyle çözüleceğini öne sürse de, kesintilerin nedenine dair belirsizlik (atmosferik titreşimler, siber saldırı veya şebeke yetersizliği) ve bazı ülkelerin olağanüstü hal ilan etmesi, ortak çözümlerin uygulanmasındaki zorlukları vurguluyor.
Realizm, devletlerin ulusal çıkarlarını ve güç mücadelesini merkeze alır. ABD’nin Çin’e yönelik çip ihracatındaki kısıtlamalar, bu bakış açısının açık bir yansıması. Teknoloji, ekonomik ve askeri üstünlüğün anahtarı haline geldi. ABD’nin Nvidia gibi şirketler üzerinden Çin’in teknolojik ilerlemesini engelleme çabası, ekonomik yaptırımların stratejik bir silah olarak kullanıldığını gösteriyor. Realist teori, bu hamlenin ekonomik değil, jeopolitik bir güç oyunu olduğunu savunur. Benzer şekilde, İsrail’in Suriye’deki askeri müdahaleleri, Golan Tepeleri’nde enerji kaynakları ve ticaret yolları üzerinde kontrol sağlama çabası olarak okunabilir. Avrupa’daki enerji kesintileri de realist bir perspektiften değerlendirilebilir. Yaklaşık 60 milyon kişiyi etkileyen bu kriz, enerji altyapısının stratejik önemini ve kırılganlığını ortaya koydu. Uzmanlar, kesintilerin siber saldırı ihtimalini araştırırken, enerji şebekelerinin potansiyel bir savaş hedefi olduğu gerçeği realistlerin güvenlik odaklı yaklaşımını doğruluyor. Avrupa’nın yenilenebilir enerjiye geçiş sürecindeki yönetim sorunları ve eskiyen altyapısı, enerji güvenliğini ulusal çıkarların merkezine yerleştiriyor. Bu bağlamda, Türkiye’nin Avrupa şebekesine bağlı olması, ancak ASELSAN’ın URUK sistemiyle siber tehditlere karşı korunması, realist bir hazırlık örneği olarak öne çıkıyor.
Yapısalcılık, küresel sistemin eşitsizliklerini ve kapitalizmin yapısal dinamiklerini vurgular. Gazze’deki insani kriz, bu teorinin merceğinden bakıldığında, küresel kuzey-güney uçurumunun trajik bir yansıması. Abluka ve çatışmalar, bölgedeki insanların temel ihtiyaçlara erişimini engellerken, uluslararası yardım mekanizmalarının yetersizliği, zengin ülkelerin önceliklerinin ne kadar seçici olduğunu gösteriyor. Yapısalcılar, bu krizin yalnızca bir çatışma değil, aynı zamanda küresel ekonomik sistemin periferideki toplumları marjinalleştirdiğinin kanıtı olduğunu savunur. Hindistan-Pakistan arasındaki Keşmir gerginliği de yapısalcı bir açıdan, sömürge sonrası devletlerin küresel sistemde eşit olmayan bir konumda sıkışıp kaldığını yansıtır. Bu çatışmalar, su ve enerji gibi kaynakların kontrolü için verilen mücadelelerle daha da karmaşık hale geliyor. Avrupa’daki enerji krizi, yapısalcı perspektiften bakıldığında, küresel kapitalizmin yenilenebilir enerjiye geçişteki adaletsizliklerini de ortaya koyuyor. Güneş ve rüzgar enerjisine geçiş, çevresel sürdürülebilirlik vaat etse de, eskiyen şebekeler ve yetersiz yatırımlar, bu dönüşümün maliyetini toplumların sırtına yüklüyor. Uzmanlar, Avrupa’nın veri merkezleri ve elektrikli araçlardan gelen yeni talepleri karşılamak için 2030’a kadar 52 milyar euroluk yatırım gerektiğini belirtiyor; ancak bu yatırımların kimin tarafından finanse edileceği ve kimin bedel ödeyeceği belirsiz. Bu, yapısal eşitsizliklerin enerji politikalarında nasıl yeniden üretildiğini gösteriyor.
Avrupa’daki elektrik kesintileri, kırılganlıkları anlamak için çarpıcı bir vaka. 28 Nisan 2025’te başlayan ve İber Yarımadası’nı felç eden kesintiler, ulaşım, sağlık, bankacılık ve iletişim sistemlerini durma noktasına getirdi. İspanya’da OHAL ilan edilirken, Portekiz’de su kesintisi uyarıları yapıldı. Kesintilerin nedenleri arasında atmosferik titreşimler, Fransa’daki bir orman yangınının iletim hatlarına zarar vermesi ve siber saldırı ihtimali tartışılıyor. Uzmanlar, yenilenebilir enerjiye geçişin şebekelerde sıfır veya negatif fiyat dönemleri yarattığını, ancak eski altyapının bu dönüşümü kaldıramadığını belirtiyor. Bu kriz, Avrupa’nın enerji güvenliği stratejisinin test edilmesi anlamına geliyor. AB, fosil yakıtlardan uzaklaşmayı ve elektrifikasyonu hızlandırmayı hedeflerken, altyapı yatırımlarının yetersizliği ve siber tehditlere karşı kırılganlıklar, bu hedefleri riske atıyor. Türkiye, Avrupa şebekesine bağlı olmasına rağmen, TEİAŞ’ın izole çalışabilme kapasitesi ve URUK sistemi sayesinde bu krizden doğrudan etkilenmedi; ancak enerji ithalatına bağımlılığı, dolaylı etkilere açık olduğunu gösteriyor.
Rusya-Ukrayna çatışmasında önerilen geçici ateşkes, enerji ve tahıl piyasalarındaki belirsizlikleri hafifletmek için bir umut olsa da, ekonomik etkileri sınırlı kalabilir. Realist bir açıdan, bu Rusya’nın küresel imajını düzeltme hamlesi; liberal bir açıdan, ticaret yollarını açma fırsatı; yapısalcı bir açıdan ise küresel eşitsizlikleri değiştirme kapasitesinden yoksun bir jest. Benzer şekilde, ECB’nin faiz politikaları, liberal iş birliği idealini desteklese de, realistler için Avrupa’nın ekonomik egemenliğini koruma çabası; yapısalcılar için ise küresel kapitalizmin eşitsizliklerini pekiştiren bir araç.
Bu fırtınalı sahnede, uluslararası politik ekonomi hem çatışmanın hem de iş birliğinin sınırlarını test ediyor. Avrupa’daki enerji krizi, teknolojik kırılganlıkların ve altyapı eksikliklerinin küresel ekonomiyi nasıl etkileyebileceğini gösteriyor. İran’ın nükleer hamleleri, ABD-Çin teknoloji savaşı, Gazze’nin insani dramı ve Keşmir’deki gerilimler, güç, çıkar ve eşitsizliklerin dansını sürdürüyor. Soru şu: Bu dans, uyuma mı evrilecek, yoksa kaos mu galip gelecek? Liberalizm iş birliğini, realizm gücü, yapısalcılık ise adaleti savunuyor. Gerçek, bu perspektiflerin kesişiminde yatıyor; ancak cevabı bulmak, sadece teorilere değil, liderlerin ve toplumların cesaretine de bağlı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder