Ortalık karışık…
Askeri, ekonomik, diplomatik, siyasi tüm cephelerde savaşıyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ABD Başkanı Trump Eylül ayında Washington'da bir araya geldi. İkilinin gerçekleştirdiği görüşme sonrasında Trump, "ilişkilerin hiç olmadığı kadar yakın olduğunu" söylemişti.
Peki, Türkiye ABD ilişkileri gergin mi? Yoksa Trump’ın dediği gibi yakın mı?
Son dönemde ABD’nin kendi içinde yaşadığı küreselci-milliyetçi çatışması ABD’nin dış politikalarına da net bir biçimde yansımaktadır. Nitekim Rockefeller ailesinin kurduğu ExxonMobil'in eski CEO'su ABD Dışişleri Bakanı Tillerson ile başkanlık koltuğuna oturduğu gün yaptığı konuşmada “Önce Amerika” diyerek milliyetçi cephede yer aldığını ilan eden ABD Başkanı Trump arasında dış politika başta olmak üzere birçok konuda söylem farklılığı yaşanıyor.
Yaklaşık bir yıldır yazılarımda değindiğim ABD’nin kendi içinde yaşadığı güç mücadelesi Türkiye’nin de içinde olduğu birçok ülke ile ilişkilerin gerilmesine neden olmaktadır.
Küresel hegemonik gücünü kaybeden ABD Türkiye’nin bağımsız politika izlemesinden son derece rahatsız. Rusya’dan S-400 füzelerinin alınması, FETÖ operasyonlarının ABD konsolosluk çalışanına kadar uzanmasıyla irtibat görevlisinin tutuklanması, ABD’nin Astana görüşmeleri dışında kalması gibi nedenler ABD’yi hırçın politikalar izlemeye sevk etmiştir.
Türkiye, Rusya ve İran Astana görüşmeleriyle Suriye krizinin çözümü noktasında önemli ve ciddi adımlar attı. Ancak ABD’nin masanın dışında kalması ABD’nin Ortadoğu planlarını sekteye uğratacak gibi görünüyor. Türkiye, İdlip operasyonuna başlayarak Kuzey Irak’tan başlayan terör koridoruna Fırat Kalkanı Harekâtı’ndan sonra da izin vermeyeceğini göstermektedir. Afrin odaklı İdlip operasyonu ABD’nin çileden çıkmasının nedenlerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.
Elbette bir diğer mesele de Türkiye’nin ilişkililerini geliştirdiği ülkeler. IKB Yönetiminin meşru bir sebep olmaksızın bağımsızlık referandumuna gitmesi Türkiye, Irak ve İran’ı birbirine yaklaştırmış ve diplomatik görüşme trafiği yoğunlaşmıştı. Bu süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan İran’a gitmiş, bu ziyaretin ardından İran ile Türkiye merkez bankaları, iki ülke arasında ticarette İran Riyali ve Türk Lirası kullanılmasına dair mutabakat zaptını imzalamıştı. Ardından Venezüela Devlet Başkanı Nicolas Maduro resmi ziyaret için Türkiye'ye geldi. Maduro yaptığı konuşmada "Biz çok merkezli ve çok kutuplu bir dünyanın kurulacağından eminiz. Türkiye'ye geldik çünkü Türkiye'ye inanıyoruz. Yeni bir gücün doğduğunu biliyoruz" dedi.
Bir ülkenin gücünü belirleyen en önemli unsurlardan biri de şüphesiz ki ekonomidir. Askeri operasyonlar güvenliğimiz ve devletimizin bekası için zorunludur. Unutmamalıyız ki ekonomik olarak güçlü olmazsak operasyonların ekonomik maliyetlerini kaldıramaz, sahada kazansak da masada kaybederiz. Bu yüzden ekonomi cephesinden sıkıştırmaya çalışıyorlar.
Son dönemde ekonomik büyümemiz güçlü olsa da Türkiye’nin hedefleri için yetersizdir. Büyümek için yatırımlara, yatırım için tasarruflara ihtiyacımız var. Yerli tasarruflar yetersiz kaldığı için yüksek faiz ile dışarıdan yabancı tasarrufu çekmek zorunda kalıyoruz. Faizlerin yüksek olması sebebiyle borçlanmanın maliyetleri artıyor bu durum da yatırımların ertelenmesine sebebiyet veriyor. Yatırımların ertelenmesi potansiyelimizin altında büyümemize neden oluyor. İşsizliğin azalmasını engelliyor. Yabancı tasarrufu elbette ki sadece faiz istemiyor. Sermayeyi elinde bulunduran küresel güçler bizden siyasi olarak da taleplerde bulunuyorlar. Kıbrıs konusunda, PYD/PKK ve FETÖ’ye taviz vermemizi istiyorlar. Bu taleplere karşı direnç gösterdiğimiz zaman sermayelerini yurt dışına çıkararak dövizin değerlenmesine böylece enflasyon ve işsizlik oranlarının yükselmesine sebep oluyor. İsrafı azaltırken tasarruflarımızı ekonomiye kazandırmalıyız. Yastık altı olarak tabir edilen tasarruflarımızı ekonomiye kazandırmak ekonomik güvenliğimiz için elzemdir. Ekonomik savaşın askeri savaştan farkı yoktur. Sadece mühimmatlar farklıdır. Vatan savunması sadece silah ile olmaz. Ekonomik güvenlik için altınların feda edilmesi istenmiyor. Tasarruflarımızı ekonomiye kazandırarak yabancı tasarruflara ihtiyacımızı azaltmalıyız. Halkın tasarruflarını ekonomiye kazandırması yönünde ikna edilmesinin yolu da helal kazanç sistemi kurulmasıdır. Faize bulaşmak istemeyen insanlar tasarruflarına kazanç sağlayacak en güvenilir yatırım aracı olarak altını görmektedir. Bu konuda helal kazanmak isteyen tasarruf sahiplerinin tasarruflarını ekonomiye kazandırabilecek sistem kurulması gerekmektedir.
Eğer Türkiye bugün ABD’nin vize uygulamasına karşılık verebiliyorsa bu Türkiye’nin belli bir güce ulaştığı içindir. Ancak hedeflerimiz için yeterli değildir. Ekonomik sistem, dişlinin çarkları gibi birbirine bağlıdır. Ar-Ge ve İnovasyon yatırımlarımızı artırmalı, yüksek katma değerli üretime geçmeliyiz. Böylece vergi oranlarının yükseltilmesine gerek kalmayacaktır. Büyüyen ekonomi vergiyi ve tasarrufu kendisi getirecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder