19.09.2017

Yeni Dönem Başlarken

Bugün yeni bir eğitim ve öğretim döneminin ilk günü. Okullaşma oranının hızla arttığı ülkemizde bu yıl bazı problemler netleşerek görünmeye başladı. Örneğin, ÖSYM tarafından üniversitelerin boş kalan kontenjanlarına yapılan ek yerleştirmeler sonucunda lisans programlarında 110 bin 912, ön lisans programlarında ise 211 bin 102 olmak üzere toplam 322 bin 14 kontenjan boş kaldı. Neden boş kaldığı ile ilgili olarak şapkamızı önümüze koyup düşündüğümüz zaman geçtiğimiz hafta TÜİK’in açıkladığı işsizlik oranı gözümüzün önüne gelecektir. Haziran ayında genç nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı 1,2 puanlık artış ile %20,6 olarak hesaplandı. Genç nüfus ile ilgili bir diğer önemli veri ise ne eğitimde ne de istihdamda olanların oranı. Çalışmayan ve eğitimde (örgün ve yaygın) olmayan gençlerin, toplam genç nüfus içindeki oranı 2016 yılı haziran ayında %23,8 iken bu oran 2017 yılı haziran ayında %24 olarak hesaplanmış.
Tüm bunlara geniş bir perspektiften baktığımız zaman mezun olduktan sonra işsiz kalacağını düşünen gençlerin herhangi bir tercih yapmayarak bir sonraki yıl yapılacak sınava tekrar hazırlanmayı düşündüklerini görürüz.
Türkiye’de yüksek orandaki işsizliğin nedenlerinden birisi de nitelikli iş gücü arzındaki yaşanan sorunlardır. Bu nedenle üniversitelerin ders programlarının günümüz ihtiyaçlarını ne ölçüde karşıladığını sorgulamamız gerekiyor. Eğitim müfredatımızın güncellenmesiyle beraber yetişecek olan genç nesil sanayi sektörünün kalifiye eleman ihtiyacını gidermiş olacak, diğer taraftan genç işsizlik oranında da azalmaya vesile olacaktır. Sadece üniversitelere değil sanayi ve ticaret sektörüne de görev düşüyor elbette. Üniversite öğrencilerini yarı zamanlı olarak çalıştırdıkları zaman ihtiyaç duyduğu personeli henüz üniversite öğrencisiyken yetiştirmiş olacaktır.
Nasıl ki bir tıp fakültesi öğrencisi üniversite öğrenimi sürecinde ilk üç yıl teorik eğitim alırken dört ve beşinci sınıflarda hastanede staj yaparken teori ve pratiği aynı anda görüyor ve son sınıfta bir doktorun gözetiminde doktorluk yapıyorsa aynı şekilde bir mühendisin, işletme öğrencisinin ve dahi diğer bölümlerin öğrencilerinin de bu sisteme geçmesi gerekmektedir. Sadece teorik eğitim ile yetinmeyerek Kamu-Sanayi-Üniversite işbirliği ile uygulamalı eğitim sürecine geçilmesi gerekmektedir.
Kamu-Üniversite-Sanayi iş birliğinin bir diğer ayağı da üretimdir. Kamu ve üniversite kökenli araştırma faaliyetlerinin oldukça akademik düzeyde kaldığı ve bu nedenle özel sektörle bağ kurulamadığı, aynı şekilde sanayi kesimi ar-ge’ye kaynak aktarımı konusunda bir gelişme gösterse de hâlâ yeterli seviyeye ulaşmadığı gözle görülen bir gerçektir. Sanayi kesiminin bilime, teknolojiye, Ar-Ge’ye ve yeniliğe kaynak ayırmasıyla akademi bilgi üretimini artırabilecek ve üretilen bilginin teknolojiye ve üretime dönüştürülerek ekonomiye aktarılması sağlanacaktır.
Neoklasik realist dönem olarak adlandırılan süreçte her ülke kendi güvenliğini sağlarken milli çıkarlarını gözetmek zorundadır. Bu bağlamda artan küresel rekabet ortamında işletmelerimiz yeni bilgiler ışığında yenilikçi ürün ve üretim yöntemlerine geçmek mecburiyetindedir. Bu noktada bilginin kaynağı üniversiteler ile yenilikçi ürünleri üretecek olan sanayi kesiminin kamunun yol göstericiliğinde bir araya gelmeleri büyük önem arz etmektedir.
2008 küresel finans krizinin ardından artan küresel ekonomik milliyetçilik ile beraber küresel güç dengelerinin değiştiği bu dönemde özellikle büyük ve sistematik saldırılara maruz kalan ülkemizin yerli ve milli çalışmalarını artırması elzemdir. Bu açıdan gerek bakanlıklar arası gerekse kurumlar arası iş birliğinin geliştirilmesi ve milli bir akıl ile ülkemizi daha ileri taşıyacak çalışmalar yapılması hayatidir. Çünkü sanayi sektörü 2000’li yıllarda ön plana çıkmaya başlayan teknoloji yoğun sektörlerde dışarıdan ithalatını finanse edebildiği ölçüde üretim yapabilmiştir. Milli sanayinin bu şekilde bir montaj hattına dönüşmesi ekonominin istihdam oluşturma kapasitesini daraltırken cari açık problemi ile de karşı karşıya bırakmaktadır.
Tüm bu hususlar çerçevesinde analiz etmek gerekirse sağlıklı bir büyüme gerçekleştirebilmek için en önemli faktörün insan olduğu gerçeğini söyleyebiliriz. Nitelikli iş gücü, eğitimli bir nüfus kalkınmanın temelini oluşturmaktadır. Teknoloji ithal eden konumdan teknoloji ihraç eden bir konuma gelebilmek için en önemli unsur insandır. Sınaî gelişme sürecinde daha fazla bilim insanı, mühendis ve teknisyene sahip olabilmenin yanında daha nitelikli insan gücü yetiştirmeye de önem göstermeliyiz. Mesleki ve teknik uygulama alanları içeren bir eğitim modeli hayata geçirmeliyiz.
Ülkemizin en önemli güçlü yönlerinden biri olarak belirtilen genç nüfus doğru değerlendirilmediği takdirde güçlü yön olmaktan çıkarak kullanılamayan güç olarak bir kenarda kalmaya devam edecektir. Düşünün ki etkili ve güçlü bir tüfeğe sahipsiniz ancak atacak merminiz yok. Bu durum da aynen bu şekildedir. Genç nüfusa doğru eğitimi verebilirsek doğru değerlendirebiliriz.

Hiç yorum yok: