24.11.2016

Doların yükselişi ve MB faiz kararı

Son günlerde ekonomi gündemimizin ilk sırasını dolarda yaşanan hızlı yükseliş haberleri yer almaktadır. Burada öncelikli olarak odaklanılması gereken konu, doların sadece bizim ülkemizde mi yoksa küresel piyasalarda da aynı şekilde yükselip yükselmediğidir.
Uluslararası piyasalara baktığımız zaman dolar sadece Türkiye’de değil diğer para birimlerine karşı da aynı şekilde değer kazanmaktadır. 2008 krizinden sonra ciddi bir çöküş yaşayan ABD ekonomisinin uygulanan politikalarla bir nebze olsun düzelmeye başladığı görülüyor ancak yeterli olmadığı da kesin. ABD’nin 2008 krizi sonrası piyasaya sürdüğü yaklaşık 3 trilyon dolar ile dünyada küresel büyüme trendi yaşanmıştı. Kriz sonrası ciddi bir parasal genişlemeye giden ABD toparlamak için faiz artırımına gitmek mecburiyetinde. AB ekonomisi için aynı şeyleri söylemek pek mümkün değil. AB içine düştüğü borç krizini toparlamak için ne yaptıysa bir sonuca ulaşamadı. (Parasal genişleme, negatif faiz, helikopter para…)
Kısa vadeli sermaye hareketleri özellikle gelişmekte olan ülke ekonomileri açısından ciddi risk oluşturabilmektedir. Sıcak paranın çıktığı ülkelerde yerel para değer kaybederken yabancı paranın değeri artmaktadır. Siyasal suikast ve terör olayları gibi nedenlerle ani sıcak para çıkışlarında eğer ülke Merkez Bankalarının rezervlerinde yeterli değilse yerli para ciddi oranlarda değer kaybına uğrayacağı için ülkenin ekonomik krize girmesi kaçınılmaz olur. Nitekim 1992 ERM krizini, 1994 finansal krizini, 1997 Güneydoğu Asya ve 1998 Rusya krizlerini kısa süreli sermaye hareketlerinin tetiklediği konusu hâlâ tartışılmaktadır.
Sermaye hareketliliğinin tek sebebi yoktur. Sermayeyi elinde bulunduranlar bir ülke piyasasına ani giriş çıkışlarla ciddi kâr edebildikleri gibi aynı zamanda bu güçle istedikleri ülkeye finansal suikastlar de yapabilmektedirler. Güçlü sermaye birikimine sahip olan kişiler kısa dönemli sermaye hareketleriyle ülkeye milyarlarca dolarla giriş-çıkış yaptığı takdirde ciddi dalgalanmalara yol açabilirler. 1992 ERM krizinde Soros'un manipülasyonlarının krizi tetiklediği bugün Soros tarafından da ifade edilmektedir. Soros, 1992 Avrupa Döviz  Kuru  Mekanizması (ERM) krizi olarak adlandırılan süreçte 15 milyar dolarlık kısa vadeli pozisyon alarak bunun satışı neticesinde 1 milyar Dolar'dan fazla getiri elde etmişti. Aynı şekilde Meksika, Brezilya ve Arjantin'de değişik zamanlarda oluşan krizlerde de spekülatif sermaye hareketlerinin izlerini görmek mümkündür.
FED’in faiz artırımı bekleniyor. FED faiz oranlarını artırdığında risk oranı çok düşük olduğu için sıcak para o yöne doğru akacaktır. Türkiye her ne kadar son yıllarda istikrarlı bir dönemde olsa da etrafımızda yaşanan kaos ve ülkemize karşı uygulanan küresel saldırılar, ihanetler, terör olayları bir şekilde ekonomimizi etkiliyor. Enflasyon, önceki yıllara göre kıyaslandığında ciddi şekilde azalmış olsa da diğer ülkelere göre hâlâ yüksek seviyelerde olduğu söylenebilir.
Doların yükselmesiyle birlikte insanlar geçmiş dönemleri hatırlayarak akıllarına  “kriz çıkar mı?” sorusunu getirmektedir. Eğer Türkiye’nin makro ekonomik problemleri olsaydı bu mümkün olabilirdi hatta kaçınılmazdı diyebiliriz. Ancak makro ekonomik göstergelere bakıldığı zaman enflasyon her ne kadar yüksek olsa da tek haneli seviyelerde devam ediyor. ”Cari açık” evet var ancak artan bir cari açık olmayıp azalan bir cari açık görmekteyiz. Kamu borcu düşük seviyelerde, bütçe açığı yok. Yani Türkiye’nin çözemeyeceği sorunlar değil bunlar. Ancak burada özellikle belirtmek gereken bir husus şu ki; 2008 yılında alınan bir karar ile vatandaşların döviz cinsinden borçlanması yasaklanmıştı. Bu karar öncesinde doların bu denli yükselmesi vatandaşı doğrudan etkilerken bu karar sonrası iş adamlarını daha yakından ilgilendirmektedir. İthalatçı firmalar açısından bakıldığı zaman bundan sonra alınan ithal malların fiyatlarında bir artış yaşanacak iken ihracatçının işine gelmiyor değil. Yerli malların yurt dışında daha ucuza gelmesiyle ihracatı artırıcı bir etki oluşturacaktır.
2008 krizi ile paradan para kazanma döneminin kapandığını açık bir şekilde gördük. Ekonomisi güçlü olan ekonomiler her zaman üretenler olmuştur. Mal ve hizmet üretenler finansal piyasalarda yaşanan dönemsel hareketlerden diğer ülkelere göre daha az etkilenmektedirler. Kısa vadeli sermaye hareketleri özellikle gelişmekte olan ülkeler için fırsat olduğu kadar tehdit oluşturmaktadır.  Düşük faiz ile dolaylı yatırımların yerini doğrudan yatırım alacaktır ancak yerli tasarrufları artırmak zorundayız. Bu arada faiz oranlarının uzun süre düşük seviyelerde tutulması, hızla büyüyen iç talebi teşvik ederek fiyat istikrarının bozulmasına neden olabilir. Bir başka deyişle dış dengeyi sağlayan faiz oranıyla iç dengeyi sağlayan faiz oranı arasında büyük farklar oluşur. Türkiye eğer 2023 hedeflerine ulaşmak istiyorsa yıllık minimum %7 oranında büyümesi gerekiyor. Bu hedeflerin gerçekleşebilmesi için de yatırımlara ihtiyacımız vardır. Ancak yatırımların artması için gerekli olan yerli tasarruflar yetersiz kalıyor. Bu noktada yabancı tasarrufların devreye girmesi gerekiyor. Yabancı tasarrufların ülkemize gelebilmesi için faiz, uygulanacak politika araçlarının başında gelmektedir. Ama ne yazık ki yabancıların tasarruflarını da yüksek faiz oranı ile ülkemize çekebilmekteyiz. 
Kredi kartına bu kadar taksit yapıldığı, araba ve teknolojik ürün sevdasının bu kadar yoğun olduğu ülkemizde tasarrufun nasıl artırılacağı da ayrı soru. Ancak en kısa çözüm yolu ise yastık altında bekletilen ve herhangi bir şekilde ekonomiye katkı sağlamayan para ve altınların ekonomiye kazandırılması tasarrufları artırıcı bir etki oluşturacaktır. Aynı şekilde 2017 Ocak ayından itibaren hayata geçirilecek olan zorunlu BES (bireysel emeklilik sigortası) da tasarrufları artırıcı bir etki oluşturması beklenmektedir.

Faiz oranlarının düşmesi için millet olarak tasarruflarımızı arttırmalıyız. Yerli tasarruflar arttıkça yabancı tasarruflara olan ihtiyaç ve bağımlılık azalacağından dolayı faiz oranları da düşecektir. Hükümetin son dönemlerde açıkladığı teşvikler ile bu konuya önem verdiğini görüyoruz. Örneğin; bireysel emeklilik sistemi için %25 teşvik verilmesi gayet olumlu bir çalışmadır. Devlet bu gibi çalışmalarla gerekli adımları atıyor. Artık biraz gayret etmek millet olarak bize düşmektedir.

Hiç yorum yok: